26 Ağustos 2018 Pazar

BÜYÜK TAARRUZ SAAT KAÇTA BAŞLADI? - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

Bazen herhangi bir konuya dair çok derine indiğinizde yüzeysel bir konu gözden kaçabiliyor. Dün gece bir dostumun sorusu, Büyük Taarruz'a dair bir "muallaklığı" fark etmemi sağladı. Sorusu şuydu: "Büyük Taarruz 04.30'daki topçu atışı ile başlamışken, Kurtuluş(1994) filminde neden saat 05.30 olarak gösteriliyor? TRT yapımcılarının tarih bilmezliği mi?" Kurtuluş serisinin senaristi Turgut Özakman ki kendisi bu alandaki en bilgili kişilerden birisi. Bunun üzerine bu alana hakim ve kitaplığımda da kitapları olan kişilerin "Büyük Taarruz kaçta başladı" sorusuna verdikleri yanıtları araştırdığımda iş daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı. Şöyle ki: Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk'ta(1927) "Saat sabah 05.30'da topçu ateşimizle taarruz başladı." diyor. Atatürk döneminin lise Tarih(1931) kitabı, dördüncü cildinde "Sabahleyin beş buçukta gittikçe şiddetlenen yoğun topçu ateşiyle büyük saldırı başladı." diyor. Büyük Taarruz'da 1. Kolordu Komutanı olan Orgenaral İzzeddin Çalışlar, "İzzeddin Çalışlar'ın Anılarıyla Gün Gün, Saat Saat İstiklal Harbinde Batı Cephesi"(1932) kitabında, Büyük Taarruz'a dair kendisinin orduya yazdığı 26 Ağustos 1922, 05.30 tarihli raporda, "Karanlık sebebiyle taarruza ancak saat 05.00'te girişilmiştir." diyor. Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali(1963) ikilemesinin ikinci cildinde, "Taarruz, 26 Ağustos 1922 Cumartesi günü sabah saat 4.30'da topçu ateşi ile başladı." diyor. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam(1964) üçlemesinin ikinci cildinde, "Gün ağarırken saat 4.30'da topçunun tanzim ateşi başladı. 5.30'a kadar devam etti." diyor. Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan(1967) beşlemesinin beşinci cildinde, "26 Ağustos sabahı saat dördü çeyrek geçiyordu, ki birdenbire dağı taşı dolduran sessizliği bir tek topun gürültüsü yırtıp paramparça etti. İlk mermiyi atan on buçukluk bir obüstü" diyor. Sinan Meydan da Sözcü gazetesinde yayımlanan 28 Ağustos 2017 tarihli "Ne muazzam zaferdi o Büyük Taarruz" başlıklı yazısında "Türk topçusu, saat 04.30'da ateşe başladı. Ateş 5.30'a kadar sürdü." diyor. *** Alıntılardan da anlaşılacağı üzere Büyük Taarruz'un başlama saati üzerine ağız birliği söz konusu değil. (Bir de, bazı kaynaklarda Büyük Taarruz'un saatinin 04.30 olarak belirlenip, hava şartlarından ötürü 05.30'a ertelendiği iddiası var. Fakat bu iddia ile ilgili elimde bir kaynak yok. Bu tarz bir kaynağa sahip olan kişi de bunu bana ulaştırırsa araştırmaya katkı sağlamış olur.) Burada Nutuk'u ve resmi Tarih kitabını baz almak gerekiyor belki de ama Büyük Taarruz'da 1. Kolordu Komutanı olan kişinin raporu en sıcağı sıcağına bilgi pozisyonunda ve o da Nutuk ve Tarih kitaplarından başka bir saat söylüyor?
Okudukça netleşmesi gereken konu, okudukça bulanıklaşıyor. Sahi, kaçta başladı Büyük Taarruz? 04.15? 04.30? 05.00? 05.30? Ve bu bilgi farklılığının sebebi nedir? TÜRK SUBAYI GİBİ YAŞAMAK VE ÖLMEK
"Yarım saatte size o mevzileri almak için söz verdiğim halde sözümü tutamamış olduğumdan dolayı yaşayamam."
Albay Reşat Çiğiltepe(Mustafa Kemal'e yazdığı mektuptan)27 Ağustos 1922

27 Ağustos günü saat 08.00 sularında Erkmentepe'nin düşmesi ile Çiğiltepe'nin alınması büyük önem kazandı. Mustafa Kemal Paşa Albay Reşat Beyi aradı,
"Niçin hedefinize varamadınız?" dedi, bunun üzerine Albay Reşat Bey, "Yarım saat sonra hedefe ulaşacağını" söyledi.

Yarım saat sonra Mustafa Kemal Paşa aradığında Reşat Bey değil, onun bıraktığı mektubu vardı.


Mektupta da yazının başındaki cümle.


O gün 17.30 civarında Çiğiltepe alındı...


Ve yine o gün, Albay Reşat Bey,
Reşat Çiğiltepe oldu...

Sonsuz saygı ve minnetle...



RİCA


26 Ağustos 1071'i Türklerin Anadolu'ya "ilk" girişi olarak kutlayacağınıza hiç kutlamayın, emperyalizmin Türkleri Anadolu'da işgalci gören "Anatolia" tezine daha az katkı sağlamış olursunuz.
SON SÖZ  Birilerinin bilinçli ya da bilinçsiz olarak 1071'i Türklerin Anadolu'ya ilk girişi sandığı, algılatmaya çalıştığı yerde...  Yine birilerinin, Büyük Taarruz'u ve onun Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk'ü yok saymak için Malazgirt zaferini -üstelik ümmi bir anlayışla yorumlayıp özünden kopararak- paravan yapmaya çalıştığı yerde son sözü Mustafa Önsel'e bırakalım:

"Öncelikle ifade edeyim ki Alparslan da, Mustafa Kemal de bizimdir.


Ağustoslar üzerinden bile bizi bölmeye çalışanlar hainin kare köküdür.


Ayrıca ifade edelim ki, Türkler, genel bilginin ötesinde Anadolu coğrafyasına çok önceleri Kimerlerle, İskitlerle, Kıpçaklarla gelmişlerdir.

Erzurum ve Beşiktaş'ta ortaya çıkan kalıntılar bunun en son örnekleridir...


Bugün Urartu kalıntılarını inceleyen arkeologlar onların da en azından Orta Asya orijinli olduğunu ifade ediyorlar...


Özet; 10
71 Oğuz boyunun Anadolu'ya girişidir.

Zafer Bayramımız kutlu olsun!"
ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
26 AĞUSTOS 2018

25 Ağustos 2018 Cumartesi

AYRILIKÇI MUHALEFET İSTİYOR BİR GÖZ, SİYASİ İKTİDAR VERİYOR İKİ GÖZ - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR


En başından söyleyelim, PKK bir terör örgütüdür, HDP de onun vitrinidir. PKK'dan ayrı bir yapı olmadığı gibi böyle bir isteği de yoktur, aksine bu durumdan memnun olduğunu belirten açıklamaları ve tavırları da ortadadır.

Türkiye'de terörle ilişkisi olan, teröre yardım ve yataklık suçunu işleyen kim varsa derhal hukuki işlem yapılmalıdır.

Fakat hukuki anlamda haklı olduğun yerde hukuk dışı davranmak, şiddete başvurmak sadece suçluya meşru zemin ve mağduriyet alanı açar.

Cumartesi anneleri meselesinde de olan budur.

Oradaki hiçkimse ile asla aynı görüşte olduğumu düşünmüyorum.

Ayrıca "Cumartesi Anneleri"nin kayıp çocuklarının azımsanmayacak bir kısmının da "Örgüt içi infaz" kapsamında PKK tarafından öldürüldüğünü ya da alıkonulduğunu düşünüyorum.

Eğer o anneler ve kitle içerisinde terör örgütü ile ilişkisi olan, suç işleyen insanlar varsa derhal işlem yapılmalı.

(Tabii o anneler içinde terör örgütü ile ilişkisi ve gönül bağı olmayanlar da bu eylemin terör örgütü propagandasına dönüşmesine karşı çıkmalı(ydı).)

Şeffaf biçimde.
Ama bunun yerine hem AKP'nin kendi militan kitlesini daha diri tutacak hem de HDPKK kanadına istediği "mağduriyet alanı"nı verecek şiddet unsuru tercih edilmekte.

PKK'nın ve onun "iyi polisi"ni bile oynayamayan uzantısı HDP'nin bu tarz sert müdahalelerden rahatsız olduğunu düşünmek için Plüton'da falan yaşamak gerekiyor.

Bu cümleyi garipseyenler için bir örnek ile anlatayım...

Hakim bir abim anlattı:

"Çağdaş, terör ile ilgili davalara da biz bakıyoruz. Ve o davaların neredeyse tamamını takip eden Sezgin Tanrıkulu ve bazı HDP vekilleri var. Bir de Almanların ağırlıkta olduğu yabancı kişiler.
Gençlerin karıştığı bir eylemde tutukluluk halinin devam etmesini gerektirecek durum olmayınca tutuksuz yargılama kararı verdik, hukuk çerçevesinde ve doğal olarak. Ve o vekiller aksi yönde bir karara kendilerini o kadar hazırlamışlardı ki, biz tahliye kararı verince yüzleri düştü, hayal kırıklığına uğradılar."

***

Eğer elinde hukuki güç varsa ve hukuken haklı olduğun konuda hukuk dışı bir tavır takınıyorsan, ya sosyolojik durumu göremeyecek kadar gözün dönmüştür...

Ya da sosyolojiyi çok iyi bildiğinden, derdin şiddet üzerinden hem kendi kitleni hem de karşı kitleyi diri tutmak, bu vesileyle de kendi yerini sağlamlaştırmaktır, "Halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek" suçunu alenen işleme pahasına.

Yıllardır yaşadığımız gelişmeler, birilerinin sosyoloji bilmemek bir yana, sosyolojiyi silah olarak kullanabilecek kadar iyi bildiğini gösteriyor, kendi yerlerini sağlamlaştırmak için, toplumsal ayrışmayı körükleyerek.

***

Türkiye bir dükkansa bu bizim dükkanımız. Dükkana giren ve etrafı dağıtan file de, o file meşru saldırı hakkı verecek gayri hukuki duruma da sessiz kalamayız.

Bizim, siyasi iraden de, siyasi iradenin belirlediği ve siyasi iradenin Cumhuriyet kazanımları karşıtlığı konusunda doğal müttefiki olan sahte muhalif kesimden de, muhalif kesimi bahane ederek siyasi iradeye eklemlenen sözde muhalif, sözde Atatürkçü kesimden de farkımız bu.

Kalbe değil, akla hitap etmek. Bazen kalbimize ve gönlümüzden geçenlere rağmen.

Ve yazının sonunda; Cumartesi Anneleri meselesinde de görüldüğü gibi, terör örgütü tarafından kullanılan bir eylemde, eylemin içindeki hukuksuzluktan bahsederken terör örgütüne net bir şekilde tavır koymamanın da terör örgütü propagandasına destek vermek anlamına geleceğini belirtmekte, vurgulamakta fayda var.

İŞGAL ALTINDAKİ CUMHURİYET VE UYGULAMALI ÖRNEK

Yazının sonunda "
Cumartesi Anneleri meselesinde de görüldüğü gibi, terör örgütü tarafından kullanılan bir eylemde, eylemin içindeki hukuksuzluktan bahsederken terör örgütüne net bir şekilde tavır koymamanın da terör örgütü propagandasına destek vermek anlamına geleceğini belirtmekte, vurgulamakta fayda var." demiş ve yazıyı sonlandırmayı düşünmüştüm.
Fakat, yönetimi gayri hukuki biçimde işgal altında olan Cumhuriyet gazetesinin bugünkü(25.08.2018) manşeti de bu bahsettiğim durumun uygulamalı örneği olmuş. Bu yüzden o manşeti de yazıda paylaşmakta fayda var.

Tabii işin içinde HDP-PKK'ya gereken tavrı koyamamak da olduğundan, birileri bu duruma da Ahmet Altan'ın gazetede yazması kadar tepki gösterir mi, bilinmez... Göreceğiz...
ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
25 AĞUSTOS 2018

23 Ağustos 2018 Perşembe

ALTANGİLLER, CUMHURİYET VE "PAPULAS'IN ASKERLERİ" - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

 
Ahmet Altan yeni kitabının tanıtım yazısını işgal altındaki Cumhuriyet gazetesine yazmış.

Yani, Cumhuriyet gazetesinin yönetimini gayri hukuki bir şekilde yaklaşık 5 yıldır işgal eden ve yolun sonuna gelen ekip, FETÖ'nün yayın organlarından Taraf'ın Genel Yayın Yönetmeni olan bu "çok hücreli"ye gazetenin sayfalarını açmış.

Üstelik bu yazıyı Uğur Mumcu'nun doğum günü olan günde yayınlıyor gazete yönetimi, geçmişin rövanşını alırcasına, duyurusu da Uğur Mumcu'nun doğum günü haberinin hemen altında.

Şaşırdık mı?

Hayır.

***
Sakarya Meydan Muharebesinin yıl dönümünde Kurtuluş dizisini izleyenlerin de iyi bileceği bir tarihi anektodu aktaralım.

2. İnönü Zaferi sonrasında Türk Ordusu, düşünülen ama içeride ve dışarıda birçok kişinin ihtimal vermediği taarruz öncesinde ordunun düşman askerine ezdirilmemesi, yıpranmaması, yaralarını sarması ve güç toplaması için Sakarya'nın doğusuna doğru çekilir. Türk Ordusuna, Türk Ordusu kuvvetlenmeden saldırı yapılmasının mecburi olduğunu düşünen Yunan tarafı taarruz hazırlıklarına başlar. Planları şöyledir; taarruza geçecekler, cepheyi yaracaklar, Ankara'ya kadar da ova olduğu için eğer Türk cephesi yarılırsa Türklerin Ankara'ya kadar tutunacak, mevzilenecek yeri kalmayacağından cephenin yarılması taarruzun başarılı olması anlamına gelecek.

İlk dalgada istediklerine ulaştıklarını da sanırlar, başarılı olduklarına da ama orada Mustafa Kemal Atatürk'ün dehası devreye girer ve Başkomutan, "Hattı Müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh da bütün vatandır" diyerek belki de tarihte eşi benzeri olmayan bir askeri taktiği uygulatır.

Bunun anlamı şudur, cephe yarıldığında tüm mevzi geri çekilmez, cephe yarılması gibi bir durum olmaz, ordu bir km geriye çekilir, buraya mevzilenir, sonra yine geriye, sonra gerekirse yine geriye.

Yunan Genelkurmay Başkanı General Papulas durumu anlar, Ankara'ya kadar yaklaşık her 500 metre, 1 km arasında Türk mevzisi ile karşılaşılacağını ve Anadolu'nun Yunan Ordusu için onları yutacak bir bataklığa dönüşeceğini...

Sonun başlangıcıdır artık ve çare de kalmamıştır. Yenilgi kaçınılmazdır.

Papulas düşünceli bir şekilde karargahında otururken yanına Genelkurmay Başkan Yardımcısı General Stratigos gelir, Populas'ı askerlerin "zafer" eğlencesine davet etmek için. Populas Stratigos'a otur der ve durumu anlatır.

Stratigos sanılanın aksi olan gerçekleri öğrenince tam bir yıkım yaşar ve hemen durumu askerlere bildirmeye gitmek için müsaade ister, dur der Populas. Ve ekler, "Yarın zaten durumu öğrenecekler, bırakalım da bari bugün zafer hülyasıyla eğlensinler."

Önce Yunan saldırısı püskürtülür. Yunan Ordusunun saldırı direncinin kırıldığı yerde de karşı saldırıya geçilir, Zafer artık Türklerindir ve "sadece savunma yapar, taarruz yapamaz" denen Türk Ordusu bu taarruzla 238 yıllık geri çekilme sürecini de sonlandırmış olur.

***
Cumhuriyet gazetesini işgal eden ekip, en son Yargıtay'ın da onayladığı kararın ne demek olduğunun farkında.

Kaybettiler ve gitmek zorundalar. Ayak sürümeleri de bir yere kadar ve boşa...

Kaleminin mürekkebini masum insanların kanından tedarik eden birisinin o gazetede yazması, o gazetede yazabilmesi, Anadolu rüyası biten Yunan Ordusunun çekilirken gerçekleştirdiği insanlık dışı saldırılardan farksız.

Can yakıcı ama istediklerini almaya yeterli değil.

Tutunmalarını sağlamalarına da...

Ve son günlerinde gazetede at koşturanlar da, bu tarz gelişmelerden mutlu olanlar da "Populas'ın Askerleri"nden farksız.

O yüzden bırakın eğlensinler, nasıl olsa biz yolun sonuna geldiklerinin farkındayız ve "
Populas"ları da...

En azından Cumhuriyet gazetesi konusunda, davasında, inanan ki "Hacıanesti, gel de orduları kurtar" diyeceğimiz günler hiç uzakta değil.
Bunlar son oyunlar, son demler.

Bırakın oynasınlar, kendilerine yakışır, yaraşır biçimde.

Bırakın...

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
23 AĞUSTOS 2018

(Konunun çok dağılmaması ve esas meseleden sapmaması için 2. İnönü Zaferi ile Sakarya Meydan Muharebesi arasındaki zaman diliminde gerçekleştirilen Kütahya ve Eskişehir Savaşlarına yer verilmemiştir.)

12 Ağustos 2018 Pazar

24 HAZİRAN'IN SONUÇLARI, AKŞENER VE HANGİ GEMİ? - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim:

24 Haziran gecesine ve sonrasına rağmen Muharrem İnce ya da Meral Akşener'i desteklemek, onlara bel bağlamak, "24 Haziran'da ben yeterince aptal yerine konulmadım, daha büyük bir yıkım yaşamak istiyorum." demektir.

Kimse kendini kandırmasın.

Ve Akşener ile devam edelim...

AKŞENER

Meral Akşener, 24 Haziran'dan sonra dibe vurmuşken istifa restini çekti.

Eğer bu rest, onun geri dönmesini sağlayacak kuvvetli desteği oluşturmayacak olsaydı, demokratik bir tavır gösteren lider algısıyla kazanan olacaktı. Resti kitlesel destek sağlarsa da yine demokratik tavır gösteren lider algısıyla bu kez kaosu fırsata çevirecek ve süreçten güçlenerek çıkacaktı.


İstifadan hemen sonra birileri çıkıp tüm delegelerin adayı Akşener'dir dedi. Pek farkına varılmadı ama burada yetki gaspı yapıldı. Akşener'in değişmesi gerektiğini düşünen bir delege de olsa yüz delege de olsa.

Bu çıkış, Akşener'e yönelik haklı sebeplerle eleştiri yöneltecek kişilerin sesini yükseltme şansını da elinden aldı çünkü bunu yapmak demek hain ilan edilmek ve linç edilmek anlamı taşıyacaktı.

Akşener, İnce'den daha başarısız olduğu bir evreyi İnce'den çok daha akıllıca yürüttü. Bunda İnce'nin ve ekibinin stratejik yetersizliğinin ve kriz yönetme kapasitesinin çok olmamasının, İnce ve ekibinin "oyun kurucu" nitelikte olmamasından ötürü "oyuna gelen" olmasının da payı büyük elbette.

AKŞENER'İN BUNDAN SONRAKİ ÇİZGİSİ...

Akşener'in 24 Haziran'dan önce HDP'yi siyasi parti kabul etmediği noktadan terminolojisine "Kürt siyasi hareketi"ni ekleyen, meşrulaştıran çizgiye evrildiğini gördük.

Bundan sonraki süreçte hem emperyalizme hem de AKP seçmenine Erdoğan'ın, AKP'nin alternatifi benim mesajı verecektir ki hem Trump'a tepki veriyor gibi olan hem de iletişim ve yapıcılık barındıran tavır ve şartlı da olsa iktidara destek çağrısı bunun göstergesi.

Evet, şahsen neredeyse hiç inanmamakla birlikte halen partisel çözüme inananların açısından bakacak olursak, partisel düzlemde AKP ancak AKP seçmeninden de oy alacak "merkez sağ"ı da kapsayan bir anlayışa sahip parti ile yıkılabilir. Yani yıkan o parti olmasa da yıkılacak hale böyle bir parti getirir.

Tabii bu anti emperyalist bir tavırla olduğunda milli bir anlam taşıyabilir.

Emperyalizme göz kırptıktan sonra 2001 AKP'sinden ne farkın kalır? Malum, öyle başlayan malum filmin devamını bildiğimiz gibi artık tahammülümüz kalmadığı halde de gelişme bölümündeki kötü gelişmeler bitmediği için filmin sonuna bir türlü gelememekteyiz.

Milli anlamda "tutmayan" bir filmin ikincisinin çekilmesine izin vermemeli. Hele iyi niyetli yorumlarla destek hiç vermemeli.

AYRICA...
Son zamanlarda oluşumumuz ve internet gazetemizin adı, Kemalizmi de konumladığımız yer olan Üçüncü Yol ismi pek revaçtayken vurgulayalım:

Biz dış politikada da Üçüncü Yol derken; ne Atlantik ne de Avrasya bloğunun güdümüne girmeden, tam bağımsızlık şiarıyla denge politikasıyla dünyanın çok kutuplu halinden faydalanmayı, tabii bunu yaparken de komşuluk olgusunun jeopolitik avantajının da etkisiyle bölgesel işbirliklerine öncelik vermeyi kastediyor ve savunuyoruz. Kıblesi ve "tek yol"u Atlantik olanların üçüncü yol "paravanları" ile bizi bir tutmayın. Kesinlikle aynı şeylerden bahsetmiyor, aynı yolda yürümüyoruz.

GEMİ MESELESİNE DAİR KISA VE ÖZ

1919'dan beri gemide olan biziz, kürek çeken de. Ve er ya da geç boğulanlar, aynı gemideyiz şarkısı söylerken bile halka kan kusturup yandaşlarının vergi borçlarını sıfırlayanlar olacak. Belki biz çok su yutacağız fırtınalarda ama boğulan siz olacaksınız. Bunu da yazın bir kenara.

YAZI SONU TEBESSÜMÜ, ÖZÜMÜZÜ ANIMSA(T)MA ADINA

Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu, Timur'a ait 3 adet yakut kaplamalı kılıçlardan birisini Atatürk'e, birisini İnönü'ye, birisini de İzmir'e ilk giren subay olduğundan Yüzbaşı Şerafettin'e hediye olarak gönderiyor ve böylece Ziya Gökalp'in dizesi gerçekleşmiş oluyor ki etkilenmemek elde değil:
"Mezarından atan sana kılıç uzattı."

Bu dizenin geçtiği dörtlüğü hatırlamakta fayda var, ders alınmadığında tarihin tekerrür ettiğini bir kez daha fark etmek için:

Düşman yine öz yurduna el attı, 
Mezarından Ata'n kılıç uzattı, 
Yürü diyor, hakkı zulüm kanattı, 
Attilâ'nın oğlusun sen unutma!


Kapanışı yine Ulu Önder'le yapalım:

"Biz siyasi partilere değil, milli birliğe muhtacız."

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
12 AĞUSTOS 2018


* Yazıda kullanılan görsel, Türkjönler sayfasından alınmıştır.

9 Ağustos 2018 Perşembe

BU NEYİN KORKUSU "KORKUSUZ"? - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR



Görselde gördüğünüz haber ve manşet, Korkusuz gazetesinin 8 Ağustos 2018 tarihli sayısının birinci sayfasından.

Haberde önce Rahip Brunson'un yaptıkları üstü kapalı da olsa belirtiliyor. Haberde önce Rahip Brunson'un yaptıkları üstü kapalı da olsa belirtiliyor. Belirtmekten ziyade bir gizli tanık tarafından öne sürülen "iddialar" olarak niteleniyor.

Sonra da halkın "Ver kurtul" çağrısında bulunduğu belirtiliyor. Manşetteki alt metne bakarsak gazete böyle demiyor, halk böyle bir çağrıda bulunuyor, gazete de halkın sesine ses oluyor, manşetine taşıyor, yersen...


Yani gazeteye göre ekonomimiz normalde çok iyi ama rahip krizi yüzünden bu hale gelmiş. Çıkan mesaj bu.

Birincisi, ekonomin üretime dayalı değilse bağımlılık ve en ufak bir sorunda dahi kriz yaşaman kaçınılmaz. Çünkü gerçekten artık "deniz bitti." Ekonomik krizin sebebi iki ülke arasında yaşanan ya da yaşanacak bir sorun değil, ekonominin üretime dayalı olmaması.

Bunu gören başka ülkeler de her durumda bu "yumuşak karnı" kullanmaya çalışır. Çalışıyorlar da.

İkincisi, gazete diyor ki hukuk önemli değil, yargının bağımsız olup olmaması da, sen ver rahibi de kurtulalım.

O zaman soralım, diyelim rahibi verdik ve sorun çözüldü. Tabi bu çözümün gündelik olacağı bu ekonomik anlayışla aşikar.

Buna rağmen yarın ABD başka bir yaptırım için aynı krizi çıkarırsa ne yapacağız?

Mesela daha başka neleri "verip kurtulabiliriz"?

Kıbrıs?

Güneydoğu?

Doğu Akdeniz'deki haklarımız?

Demek ki ekonomik yapımız aynı şekilde devam edip krizlerde de ne isterlerse verirsek kurtuluruz!

Ülkede Akit paçavrası dışında adının hakkını veren bir tane bile mi gazete olmaz...

En muhalif ve sert muhalif gazete profili çizen gazete bile böyle manşet atıyorsa yandaş gazetelere ne diyeceğiz?

HALKA ATILACAK GOLÜN ASİSTİ YİNE KILIÇDAROĞLU'NDAN
Kurultay meselesinin önüne geçerek, belki de AKP'nin en düşük oy alacağı yerel seçimleri en yüksek oy alacağı seçimlere dönüşmesine ortam sağladı Kılıçdaroğlu.

Muhtemelen AKP de fırsattan istifade ve ekonomik krizin uzun vadeli olacağı da belliyken yerel seçimleri erkene çekecektir.

En az 6 yıldır boşuna demiyoruz, Türk siyasetinin en tehlikeli adamı Kılıçdaroğlu'dur diye.

Tabii bu fırsatın tehlikeye dönüşmesinde 24 Haziran gecesini pas geçip milyonlarca insanın güvenini ve sandığa gitme eğilimini baltalayan Muharrem İnce'nin de payı var.

GÜNÜN SÖZÜ
"Adamın askerine gerek yok!

Dolarla vuruyor...

Ey, üretmeyen, hak etmediği lüksü yaşayan toplum, satılmadık bir onurunuz kaldı.

Şimdi ne yapacaksınız?"

Mustafa ÖNSEL


GÜNÜN TEPKİSİ

Yıldız Tilbe'nin Dolar'ın yükselmesine dair yaptığı mizahi yoruma Özgür Demirtaş ciddi ciddi yorum yapmış, birçok yayın kuruluşu ve sosyal medya hesabı da bunu haberden saymış

Basın ve sosyal medya da Özgür Demirtaş'ı nasıl parlatacağını şaşırdı artık!

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
9 AĞUSTOS 2018

8 Ağustos 2018 Çarşamba

CENGİZ TOPEL'E DAİR KİTAPTAN BİR ALINTI - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR



Bugün kahraman subayımız Cengiz Topel'in ölüm yıl dönümü...

Onu minnet ve saygıyla anarken, vatani görevim sırasında yayına hazırladığım ve Kıbrıs Güvenlik Kuvvetleri tarafından basılan Mücahit Takım Komutanı Ahmet Ced Anlatıyor, Geçidi Bekleyen Sancak: Lefke Sancağı kitabımdan konuyla ilgili kısmı da onun aziz hatırasına ithafen paylaşalım...


       Ahmet Ced tarafından takdim edilen Kıbrıs T.M.T. Mücahitler Derneği teşekkür plaketi (2017)

Çağdaş Bayraktar: ERENKÖY MUHAREBELERİNİN EN ÖZEL VE ACI YANLARINDAN BİRİSİ DE PİLOT YÜZBAŞI CENGİZ TOPEL’İN HUNHARCA ŞEHİT EDİLMESİDİR. CENGİZ TOPEL’İN ŞEHİT EDİLME SÜRECİNDEN DE BİRAZ BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ?


Ahmet CED: 4 Ağustos 1964 tarihinde Rumlar Erenköy’ü kuşatır. Başlarında Yunanistan’dan getirdikleri Yorgo Krivas isimli general vardır. Bu kuşatmaya EOKA’lı teröristlerle beraber Yunan komandoları da katılır. Bölgede keşifte bulunurlar. Kuşatılan Erenköy bölgesi, Bozdağ, Selçuklu, Mansur köylerini de kapsamaktadır. O zaman Kıbrıs Cumhurbaşkanı Papaz Makarios, dünyaya bir mesaj yayınlar:

“Kıbrıs’ta Türkleri denize dökeceğiz!”

Bu gözü dönmüş katil ruhlu cani, planladığı soykırıma seyirci olabilmeleri için sivil insanları otobüslerle tepelere taşır. Rum taarruzu 6 Ağustos (1964) sabahı 05.30 sularında başlar. Erenköy’e bağlı köylerdeki köylüler de 7 Ağustos günü Erenköy savunmasına dahil olurlar. Rumlar 8 Ağustos günü Paşiombos bölgesinden taarruza geçerler. Erenköy savunmasına Kore Gazisi Ali Rıza Vuruşkan Paşa (O zamanki rütbesi Yarbay) ile beraber 
Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş da katılır. Rumlar, karadan, havadan, denizden Erenköy’ü amansız bir ateş altına alırlar. Bunun üzerine Erenköy Sancağı'ndan Türkiye’ye bir mesaj çekilir:

“Son mermimize kadar kendimizi savunacağız. Ve son mermimizi de kendimize saklayacağız. Gelirseniz kurtuluruz, gelmezseniz vatan sağ olsun.”

Bunun üzerine Türk uçaklarımız Yüzbaşı Cengiz Topel’in Filo Başkanlığında keşif uçuşları yapar. 8-9 Ağustos günlerinde de Rumlara büyük zaiyat verdirir ve Rum taarruzu durdurulur.


8 Ağustos günü uçaklarımız Erenköy’den dönerken Yüzbaşı Cengiz Topel Gemi Konağı–Maden bölgesi arasında iki Rum hücum botu görür. Maden gemilerine zarar vermemek için botları makineli tüfekle tarayarak onları gemilerin arasından çıkarır ve etkisiz hale getirir. Cengiz Topel’in tırmanma uçuşu yaptığı sırada uçağının kanadından kara bir duman çıktığını fark eder Lefke’deki Mücahitler, hemen onu bilgilendirirler. Cengiz Topel paraşütle atlayarak uçaktan kurtulur. Uçağın bir parçası Türk köyü olan Cengiz Köy'e, diğer yarısı ise Rum tarafına düşer. Paraşütle kurtulan Cengiz Topel, rüzgarın etkisiyle havada sürüklenir ve Türk bölgelerinin ortasında bulunan Rum bölgesindeki selviliklerin arasına zorunlu iniş yapar. Rumlar o daha düşmeden düştüğü bölgeyi koridor altına alırlar. Cengiz Topel kendisini tabancasıyla son mermisine 
kadar savunur. Mermileri bitince de esir alınır.

Rumlar pilotumuzu şimdi adı Cengiz Topel Hastanesi o zamanki adıyla Kıbrıs Maden Şirketi Hastanesine götürürler. Rumlar, hastanedeki görevli Başhekim Dr. İstor’dan pilotun yaralı olarak ele geçirildiğine dair rapor vermesini isterler. Doktor, bunun ettiği Hipokrat yeminine ters düşeceğini söyleyerek Rumların teklifini reddedince de bu sefer ona 24 saat içinde Ada'yı terk etmesini, yoksa onu öldüreceklerini söylerler.  Dr. İstor, arabasıyla Gemi Konağı’nda bulunan maden şirketinin içerisindeki şose yolu takip ederek Lefke’ye çıkar ve Dr. Ekrem Tosunoğlu’nu bulur. Ona söyledikleriyse kan donduracak cinstendir:

“Bilin ki pilotun üzerinde tek bir çizik bile yoktur. Ancak beni ölümle tehdit ettiklerinden ben buradan önce Arthur İngiliz Üssü'ne, oradan da memleketime döneceğim. Pilotunuza orada işkence yapmaya çalışıyorlar. Oradaki görevli İngiliz doktor ve hemşireler buna engel olmaya çalışıyor.”

Hatta yapılan işkenceleri Cengiz Topel’in fotoğrafını çekerek belgeleyen de yine bir İngiliz hemşiredir. Pilotumuzu oradan alıp Cikko Manastır
(*Cikko Manastırı, aynı zamanda Makarıos’un Kilise Papazları tarafından eğitim görüp yetiştirildiği yerdir.) diye bilinen şimdiki 14. Mekanize Piyade Alayı 2. Taburunun olduğu yere götürüyorlar. Oradaki bir oda içinde önce pilotumuzun sol ayak bileğini mengenede kırılıyor. Üstelik bunu Cengiz Topel’e bilinci yerindeyken yapıyorlar. Sonra da gözlerini ve pazularını matkapla oyup, başına büyük bir tavan çivisi çaktıktan sonra göğsünü baştan aşağıya kadar ayırıp, bununla da yetinmeyip onu Lefkoşa’da yüksek bir binadan aşağıya atıyorlar. Türkiye’nin katı ve sert girişimleri neticesinde Cengiz Topel’in naaşını teslim ediyorlar. Teslim alınan cesedimizin naaşı memleketi İzmit’e gönderildikten sonra büyük bir törenle toprağa veriliyor. Bu olay, dünyada ender görülen türde bir vahşettir.


Bu vahşet, Kıbrıs Türklerinin kalbinde derin bir yara açmıştır. Bu acı, o dönemin ozanları vesilesiyle Cengiz Topel ağıdı olarak belleklere kazınmıştır:

“Şehit Cengiz Topel’in son sözleri:

Arslan gibi kükredim, çırpınırken kafeste,
Türk milleti sağ olsun diyordum son nefeste.

Bunu duyan kafirler ayağımı kırdılar,
Bağladılar kolumu, kurşunlarla vurdular.

Al bayrağıma sarın, akıtmadan kanımı,
vatan uğruna verdim, feda ettim canımı.”


31 Temmuz 2018 Salı

İŞGAL EDİLEN CUMHURİYET'TE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK! - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

Hain, eli kanlı terör örgütü PKK'nın "tuzakladığı" EYP'nin patlaması sonucu bir asker eşi olay yerinde, askerimizin 11 aylık bebeği de kaldırıldığı hastanede şehit oldu.

Peki işgal altındaki Cumhuriyet gazetesi bunu nasıl gördü?

"Sivil aracın geçişi sırasında patlama: Asker eşi öldü, bebeği ağır yaralı." [1]





Sadece patlama.

Nasıl bir patlama, kim tarafından gerçekleştirilmiş bir patlama, bunların hiçbirisi yok!

Sanki hain terör örgütü pusu kurmamış da tüp patlamış! Görülmez kaza işte(!)

Bunun adı, terör örgütüne yardım ve yataklık etmektir.

Bunun adı, terör örgütünün gönüllü "Halkla ilişkiler departmanlığına" soyunmaktır.

Gazetede hukuki süreç tamamlanmak üzere. Gazeteyi işgal eden zihniyetin vakıf seçimleri sırasında usulsüzlük yaptığı Yargıtay tarafından da onaylandı.

Bu pervasızlık, cesaret biraz da bundan kaynaklanıyor.

İstedikleri gibi kullanırlar, sömürürler, gazete hedef olursa da başka bir yerden aynı propagandayı yapmaya devam ederler.

Çünkü gazetenin varlığı da kurumsal kimliği de onların umurlarında değil!

Tek eksikleri, Atatürk'ün adını koyduğu gazeteden bunları yapmanın hazzını yaşamak olur. Bu hazdan mahrum kalır işgalci zihniyet.

Onlar için giderayak ne yaparlarsa, ne koparırlarsa kâr!

Gazetede bunlar olurken bu aleni terör örgütü güzellenmesi, korunması ve kollanması yapılırken, bir Cumhuriyet yazarının bu duruma sessiz kalması, tepki göstermemesi kabul edilebilir mi?

Yarın devran döndüğünde ihaneti yapanlar kadar ihanete ses çıkarmayanlar, tepki göstermeyenleri de unutmayacağız, hatırlatacağız ve herkesi kafamızda buna göre konumlandıracağız.

Dede Korkut der ki: "Kahpe içeriden olursa kapı kilit tutmaz oğul."

Teşbihte hata olmaz derler.

O yüzden biz de diyoruz ki:

Çok yakındır, o "içerideki" kahpenin kapı dışarı edilmesi, o kilidin de aynı eski Cumhuriyet'te olduğu gibi sağlamlaşması.

Ulusumuzun başı sağ olsun.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
31 TEMMUZ 2018

(Patlama sırasında ağır yaralanan 11 aylık bebek de hastanede şehit düştü.)
DİPÇE

22 Temmuz 2018 Pazar

Z RAPORU - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKU...

Meral Akşener'in İyi Parti'sinin seçim stratejisini şöyle özetlemek mümkün:

Elinde her takımın kadrosunda görmek isteyeceği yıldız oyuncular varken maça yedek ağırlıklı kadro ile çıkmak ve yenilmek.

Evet, 43 çok yüksek bir sayı değil. Fakat o 43'ün içinde Ali Türkşen, Ülkü Sincar, Fatih Eryılmaz gibi kişiler olsaydı çok daha farklı olurdu birçok şey.

Üstelik bu saatten sonra 43 senin için vekil sayısı değil, patlayıp patlamayacağı belli olmayan pimi çekilmeye yatkın el bombası sayısı.

Oysa cebinde akrep taşımak ile partinde Koray Aydın bulunmasına izin vermek arasında bir fark olmadığını anlamak için müneccim olmaya da gerek yoktu...

Partiye kabul edilmesinin bile hiçbir şekilde izahı mümkün olmayan kişiyi bir de teşkilatlardan sorumlu kişi yaptın.

Ben Erdoğan olsam büyük ikilemde kalırdım, acaba oyumu CHP'ye mi yoksa İyi Parti'ye mi versem diye.

Muhalefet iddiasındaki partiler için plak takılı kaldı, hep aynı parça çalıyor:

"Kader diyemezsin sen kendin ettin..."

*

MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın da İyi Parti'deki vekiller için kapıyı Çukurova tabiriyle "kındırık"(aralık) bırakmış.

Bakalım, asi tavırlarla kapıyı çarpıp evden çıkanlardan kaç tanesi ben tek başıma yaşamıyorum deyip baba "ocağına" geri dönecek, kaçı tavrını, duruşunu, saygınlığını koruyabilecek...


KIBRIS, DEVLET AKLI VE "ESKİ TÜRKİYE"DE MİLLİ BİRLİK

BBC, Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı'na dair hazırladığı belgeseli 44 yıl sonra ilk kez yayınladı.

İçerik gayet ilgi çekici.

Şüphesiz ki yayıncı kuruluşun kendi çıkarlarına göre yaptığı yönlendirme var. Ama satır araları birçok konuda bize önemli konularda önemli ipuçları veriyor.

Mustafa Önsel son kitabı olan 1 Köy 4 Adam 6,5 Darbe'de Kıbrıs meselesindeki tavrımızdan sonra emperyalizmin Türk ulusunu, özellikle gençleri nasıl ayrıştırdığını, birbirini kırmaya ittiğini yazmıştı. Ve 74 yılına dair yapılan bu belgeselde ayrışma öncesi o "toplumsal bütünlük" ve radikal sol unsurların bile askere ve milli meselelere "olumlu" bakışı ortaya konuyor.


Ve de Ecevit'in Kıbrıs meselesindeki tavrı, bu belgeseldeki konuşmaları itibariyle izleyenin iliğine işleyen "devlet aklı", devlet terbiyesi.


Aslında bazı şeyleri algılatılmak istenenin dışında ne kadar iyi ve net bir şekilde yapabileceğimizin, başarabileceğimizin de somut göstergesi.

Tabii bir cümle de Kemalist devrimi tepeden inmeci kabul edenlere var ama onu da söyleyemeyeyim, izleyenler kendileri fark etsinler.

Ah ah...

Bari o dönemde yaşasaydık da ucundan kıyısından devlet duruşuna dair bir şeyler ruhumuza nüfuz etseydi...

(Bu belgeselden haberdar olmamı sağlayan Cem Gürdeniz Amiralime de çok teşekkür ederim)

İzlemek isteyenler için link:

https://www.youtube.com/watch?v=3cb_T9t4aKI&feature=youtu.be




ERZURUM KONGRESİ...


23 Temmuz 1919...

Erzurum Kongresi.

- Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, bölünemez.


- Her türlü yabancı işgaline ve müdahalesine millet birlikte karşı koyacaktır.


- İstanbul Hükümeti vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa bu amaçla geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümetin üyeleri Milli Kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplantıda değilse seçim işini Temsil heyeti yapacaktır.

- Milli kuvvetleri etkili, milli iradeyi egemen kılmak esastır.

- Manda ve Himaye kabul edilemez.

- Azınlıklara ayrıcalıklar verilemez.


Z RAPORU

Bir yanda tek adam sistemi...

Diğer yanda muhalefet iddiasındaki partilerin acınası durumu.

Öte yandan 99 yıl önceki kongrede söylenen sözlerin güncelliğini koruyacağı noktaya geri dönmüş olmak ve 99 yıl önce çok daha zor şartlarda söylenebilen bu maddeleri dile getirebilen tek bir siyasi liderin olmaması.

Komik... Ama trajikomik...

Aslında liderlerin yarattığı bu hayal kırıklığı silsilesi faydalı. Faydalı, çünkü insanların partizan bağları giderek zayıflıyor bu sayede.

Böyle giderse insanların parti sevgileri bitecek ve sadece vatan sevgisi kalacak, bu yüzden böyle gitmeli de...

Ve zaman yine O'nun sözlerini haklı çıkarıyor. O'nun yaptıkları ve söyledikleri, tarih huzurunda güncellenerek onu daha büyük, daha güçlü ve daha saygın yapıyor:

"Biz siyasi partilere değil milli birliğe muhtacız."




ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
23 TEMMUZ 2018




14 Temmuz 2018 Cumartesi

OĞUZ KAĞAN USTA... - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR



Şüphesiz ki her şehit haberi yüreğimizi dağlıyor. Ama bazen onların içinde bazıları ile aranızda farklı bir bağ, enerji, çekim oluyor.

En azından bende böyle oluyor.


İşte o şehitlerimizden birisi de benim için Üsteğmen Oğuz Kağan Usta'ydı.

Fotoğrafını gördüğüm an içimden bir şeyler koptu.

Afrin'de şehit oldu. Afrin merkezine girene kadar tam 58 gün ulaşılamadı aziz naaşına.

O 58 günde insanlık düşmanlarının neler yaptığını söylemeyeceğim. Tek söyleyebileceğim, bu melek yüzlü Mustafa Kemal'in askerini tabutuyla defnetmek zorunda kaldık.

2018 yılına girerken kendime söz vermiştim, şartlar ne olursa olsun Ankara'daki şehit cenazelerini kaçırmayacağım diye.

Oğuz Kağan Usta'nın şehit olduğunu duymuştum ama naaşının hain teröristlerce kaçırıldığını bilmiyordum.

Şanstan onun cenaze töreni, benim ameliyatımdan hemen sonraki döneme denk geldi. Ameliyatım ağır geçmişti, kolumda otuzdan fazla dikiş ve iki parça platin vardı. Alçıda olmadığı için bir süre evden çıkmam yasaktı ama şehidimize son görevi yapmama da engel olacak da değildi. En fazla ağrılarım biraz nükseder, iki gün fazladan kıvranırız olur biter. Şehidimizin cansız bedeninin bile ödediği bedelinin yanında bu nedir ki mızmızlanmaktan başka?


İşte dün o Oğuz Kağan Usta Komutanımızın hem doğum günü hem hem de evlilik yıl dönümüydü.

Geç kalmış da olsam, iyi ki doğdun komutanım. Vatan size minnettardır. Senin huzurunda tüm şehitlerimizin de mekanı cennet olsun.

Hakkınızı helal edin demeye de yüzümüz yok...

Ama biliyoruz ki sizin gibi neferler olduğu müddetçe Mustafa Kemal Atatürk bu topraklarda asla yenilmeyecek.

Bazen bizlere rağmen!

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
14 TEMMUZ 2018

12 Temmuz 2018 Perşembe

CUMHURİYET AĞIDI - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR


"Dağlarıma kastı nedir devranın 

Yaylaya çıkılıp gezilmez oldu 
Yekinin erenler, erler davranın 
Yağı nereden basar sezilmez oldu"


[ Şaman Ağıdı, Bahadırhan Dinçaslan ]

***

10-15 sene önceydi.


Yaşadığımız yer, ucundan kıyısından yakaladığımız Eski Türkiye...


Altı bölümlük Kurtuluş dizisi, her milli bayramda yayınlanırdı o zaman hükümet değil devlet kanalı olan TRT'de. (Tabii o zaman hükümet sınırlarını bilir, devletteki kiracı pozisyonunu korur, kiracı olduğu evin, devletin kolonlarına dadanmaz, hükümet devleti işgal etmeye kalkmazdı. En azından bu kadar aleni ve büyük çaplı olmazdı.)

Kurtuluş...


Turgut Özakman'ın senaryosunu yazdığı, o dönemin neredeyse tüm başarılı oyuncularının oynadığı eşsiz bir yapıt.


Müziklerini Muammer Sun yapmıştı...


O Muammer Sun ki mevzu bahis Milli Mücadele olduğunda müziği "konuşturan", söze gerek duymadan, gerek kalmadan.


İşte orada da çalardı Bozkırın Sesi...


Dinlediğinde içinde hüzün, özlem olurdu ama gurur ve onur da olurdu, kıvamında bir mutluluk, yorgunlukla başarmışlığın harmanı.


Yıl 2018.


"Börüye "sus!" dendi, itlere "ürü!""


Börü Türk kültüründe ve Türk mitolojisinde Türkleri temsil eder. Ve de Türklere yol gösterici olanı. Bu iki kavram iç içe geçmiştir. Yani anlamı bir partinin ya da bir kesimin sembolü değil, bir ulusun sembolüdür. Yukarıdaki cümle de Türk ulusunun bu hale nasıl geldiğinin, getirildiğinin tek cümlelik anlatımıdır. Terör örgütü uzantılarının terör örgütleri ile arasındaki ilişkiyi inkar etmeye bile çalışmadığı dönemde biz bunları uzun uzun açıklamak zorunda hissediyoruz, bizim milliyetçilik anlayışımız ırk ve mezhep esasına dayanmayan kültürel milliyetçilik, Kemalist ulusçuluktur diyoruz, ırkçı algılanmayalım, ayrıştırıcı etki yaratmayalım diye.


Çünkü biz her türlü inkar ve saldırıya rağmen bu evin sahibiyiz. Kiracı olarak gelip işgalciye dönüşseler de kiracı ya da işgalci gibi pervasız olmak, yakmak yıkmak düşmez bizim payımıza. Bu pay payımıza düşse de reddederiz. Çünkü öylesi bizi bozar.


...


Temmuz 2018.


Tek adam sisteminin -kabine açıklamasını başlangıç sayarsak alırsak- ilk haftası. Resmi Gazeteyi takip ediyorum. KHK'lerin biri gidiyor öteki geliyor. Yıkım, dönüşüm ve inşa o kadar hızlı, o kadar keskin ki, Resmi Gazete'de KHK maddeleri mi okuyorum, yoksa Mustafa Yıldırım'ın Zifiri Karanlık kitabında İran bölümünü mü anlamıyorum.


O gururlu Bozkırın Sesi'nin yerini acı bir bağlama sesi alıyor, acı bir ağıt, ben Cumhuriyet Ağıdı koyuyorum adını. Aslında ben de koymuyorum bu adı. Bu adı bizzat tarih koyuyor, kulağımıza fısıldıyor, ben sadece olanı telaffuz ediyorum.


Cumhuriyet'i kuran Kemalistlerin Türklük bilinci acıyla, inkarla, işkenceyle; kısacası ağır bedellerle, kendi evinde yok sayılmakla oluşmuş; ulus devlet-ulusal kimlik böyle filizlenmişti. Ders alınmamaktan ötürü tekrar eden tarihi süreç yine Kemalistlere aynı acılarla; ırk ve mezhep esasına dayanmayan, emperyalizme direnişin son kalesi olan ulus devletin, ulusal kimliğin, laikliğin, Türklüğün önemini öğretiyor. Ve de bu sayılanların bir bütün olduğunu ve ancak bir bütün olduğunda kurtuluş, çare anlamını taşıdığını.


Hem de nasıl öğretiyor biliyor musunuz?


Yaka yaka...


Kanata kanata...



***


Tabii ki umutsuz değiliz. Hatta bu "sahici sarsıntı", göreceğiz ki uzun vadede yapay dengelerden daha faydalı olacak.


Ama yine de koyuyor be insana bir dönem de olsa Ulu Önder'in kutsal emanetine sahip çıkamamış olmak, onun mirasının düşürüldüğü durum ki onun adının, kutsal mirasının ve "düşürüldüğü durum" kelimelerinin aynı cümlede geçmesi bile tarifsiz bir yük; vicdanı olanın, kalbi vatan diye çarpanın altından kalkamayacağı, ezileceği.


İçinde kanatıyor yaşadığımız bu adi süreç.


Şimdi milyonlar, herkesten saklayarak sıkıyor bir yerlerde yumruklarını. Milyonlar tek kişilik ve içten, içinden ediyor intikam yeminlerini.


Görüntü halen çok bulanık, yıkım çok taze...


Ulu Önder'in fotoğrafları ile göz göze gelecek cesarete sahip değiliz henüz.

Yanıyoruz...

Hiç ummadığımız yerlerden ama davul zurna ile gelen düşmanlar tarafından vurulduk, kanıyoruz..


O yüzden bu sadece bir yazı değil, bu bir iç kanama...


Öyle bir iç kanama ki karışmış gözyaşımız kana...


Fakat bitmedi bu savaş, daha yeni başlıyor belki de en kutsal, en başka bir kavga.


Ama dedik ya...


Koyuyor şu evreyi yaşamak zorunda kalmak.


Kir tutmayacağını, parçalanmayacağını bildiğin bir şeyin yere düşmesinin yarattığı kaygı, kir tutmayacağını, parçalanmayacağını bilsen de içindeki o ince sızı, korku; "Ya kir tutarsa, kırılır, parçalanırsa?"


Yutkunamadığımız yerdeyiz. Elbet bu kuyudan da çıkarız ama biz bu kuyuya düşecek ulus değildik, olmamalıydık.


Hiç şık olmadı bu durum.


Yakışmadı bize.


Siz bakmayın; millete hakaret etmek için sıraya giren ama kendi bağımlılıklarının, partizanlıklarının, zihinsel tembelliklerinin ve bu yaklaşımlarının yaşadığımız durumdaki etkisinin ne kadar büyük olduğunun bile farkında olmayanlara...


Bu ulusun çok büyük çoğunluğu istemez özünde, emanete hıyanet etmeyi. Ki önümüzdeki yıllar da bunu gösterecek.


Biz yine eski ve güzel günlere döneceğiz ama bugünler...


...ağır bir ameliyatın izi gibi tam da yüreğimizin üstünde kalacak, o yaranın vebalini de bize hatırlatarak.


Bu bir yazı değil, bir iç kanama...


Bu bir ağıt, Cumhuriyet Ağıdı...


İşte bu ahval ve şerait...


Gel de ağlama, gel de kanama...


...


Ama ant olsun Paşam, ant olsun!


Bir avuç kalsak da ortama verilen narkozdan etkilenmeyen, sıyrılan...


Gerekirse geçeceğiz hayallerimizden, canımızdan.


Fakat...

Ne senden geçeceğiz, ne fikirlerinden; kutsal mirasından!


ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

12 TEMMUZ 2018





8 Temmuz 2018 Pazar

VİCDANI RAYDAN ÇIKANLARIN RAYDAN ÇIKARDIKLARI... - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

Kendi parti seçmeninizde bir kitle yarattınız, ya da yaratılmış kitleyi genişlettiniz.

Bu kitle ki size kayıtsız şartsız güvenen, sorgulamayan ve kötü gelişmeleri kadere, takdiri ilahiye bağlayabilen türden.

Size karşı olan ve her şeyi sorgulayan bir kitle var ama onları da sözde temsil, özde teslim eden muhalefetin yaptırımı ve caydırıcılığı sıfır.

İşte bu kısır döngüden de güç bularak insana ve topluma dair her şeyi ikinci hatta üçüncü plana attınız.

Dininiz, imanınız para, sizin sayenizde artık ülkenin bitki örtüsü de beton.

Kendiniz halktan çok uzakta lüks içinde yaşadığınızdan kendi kitlenizin güvenliği bile umurunuzda değil. Çünkü onların da büyük bir kısmı ne olursa olsun, ne yaparsanız yapın sizin arkanızda, destek vermekte.

Sözde halkın hizmetçisi, özde halkın canı cehenneme!

Bugün bir tren kazası oldu.

Geçmişte de olmuştu.

Geçmişteki kaza, sırf siz şov yapacaksınız diye test sürüşlerinin tamamlanmamasından kaynaklanmıştı.

Bugün de rayın altından toprak kaymış!

Tren de raydan çıkmış!

Bu rayların zemin etüdü yapılmadı mı?

Bu gibi olağanüstü durumlarda neler olabileceği saptanmadı mı?

Saptandıysa önlem alındı mı?

Bugün Çorlu'da yaşanan tren kazasının sorumlusu kim olacak?

Kimler ceza alacak?



(Yazıda kullanılan görsel bile zeminin ne kadar etüt edilip, edildiyse de ne kadar etüdün ne kadar dikkate alındığını gösteriyor!)

Pamukova'daki tren kazasında ne oldu?

Kimler ceza aldı?

En "sorumlu" kişi dönemin Ulaştırma Bakanı kimdi?

O dönemin Ulaştırma Bakanı cezasını (!) "Başbakanlık maskotu" olarak AKP model arabanın torpidosunun üst kısmına konarak çekmedi mi?

***

Siz hem vicdanen kötü insanlarsınız. Hem de yetiştiğiniz fikri alan gereği sizlerin herhangi bir konuda başarılı olmanız, sorunlara çözüm üretmeniz im-kan-sız!

En başta raydan çıkan sizin vicdanınız. Belki de hiç raya girmeyen...

Hayatını kaybeden insanlara Allah rahmet eylesin, kendi şahsi hırs ve çıkarları için insan hayatını hiçe sayanların da Allah belasını versin!

Ülkede muhalefet olmayınca işimiz Allah'a kalıyor, ne yapacaksın!

Evet, Atatürk Türkiye'sinde yaşamak büyük bir şans olurdu ama insafın, vicdanın, adaletin, aklın olmadığı AKP Türkiye'sinde yaşıyor olmak da artık insana çok ağır geliyor be Tanrım! 

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
9 TEMMUZ 2018