17 Ağustos 2015 Pazartesi

Sıyrılıp gelen, geçmişten... - Çağdaş Bayraktar


Acısıyla, tatlısıyla önemli olayları unutmamamızı sağlayan özel günler, zaman geçtikçe özellikle acılarımızı sadece bir güne hapsetmemize yol açıyor.

Belki de giderek o günün de içini boşaltarak...

O günün dışına çıkmak adına 17 Ağustos'u 18 Ağustos'ta yazmak istedim...

Hayatını kaybeden binlerce yurttaşımız...

Gidenler ve kalanlar...

Hayatın gidene mi kalana mı daha zor olduğu hep çok bilinmeyenli denklem...

Hatta hiç bilinmeyenli bir denklem...

Bundan iki sene önce gittiğim Kocaeli'nde hala iliklerime kadar hissettiğim deprem sonrası kasveti...

Oluşan kaderci atmosferden faydalananlar ve dönüşüm...

***

İnsanları ölümsüz kılan, yaptıkları ve yapmadıklarıdır çoğu zaman. Fakat bunların ölümsüzlüğünü kuşaklara aktaracak olan, bu olayların yazılmasıdır.

...


Balyoz kumpası ile zindanlara atılan, atıldığı zindanlarda ülkesine yapılanları hazmedemeyip, isyanının vücudunda bulduğu karşılık olan parça sonucu aramızdan ayrılan Amiral Cem Aziz Çakmak...

O'nu bir çok askerden ayıran özelliklerini yazmak, bu vesile ile aktarmak,
o özelliklerini görenlerin- duyanların vicdan borcu...

Deprem vakti Binbaşıdır Cem Aziz Çakmak.

Hikayenin ilk kısmını Pelin Çınar - Burak Bilge çiftinin yazdığı "Babamı Beklerken" kitabından aktaralım:

"(...)
Depremin olduğu gece Tuğçe'nin(Cem Çakmak'ın kızı) dedesi ve anneannesi onlarda kalmaya gelmişti. Bu nedenle Tuğçe, diğer akşamlara nazaran daha geç yatmıştı. Gece saat 3'ü gösterdiğinde Tuğçe bir anda yatağından fırlayarak uyandı. Dünyanın sonunun geldiğini sanmıştı. Duvarlar üstüne üstüne geliyor, dolaplar yatağının üstüne yıkılıyordu.  Kelimeyi şehadet getirmeye başladı.  Bir yandan da korkudan ağlıyordu. O sırada içerdeki odadan babasının sesini duydu. O da uyanmış ve "Hangi hain ülke bizi bombalıyor" diye bağırıyordu.
O sırada korkunç bir gürültü duyuldu ve gökyüzü aydınlandı. Salondaki vitrin ve dolaplar da yere yıkılmıştı. Ailenin misafirleri de salonda yatıyordu. Ancak yeni aldıkları çekyat onların hayatını kurtarmıştı. Eğer o çekyat olmasa yerde yatıyor olacaklardı ve muhtemelen yıkılan dolapların altında kalacaklardı.
Babası önce Tuğçe'yi sonra Dilara'yı odasından aldı. Dilara'nın odasında karşılıklı dolap yatağının üzerine yıkılmış ve küçük kız bu iki dolabın arasındaki üçgen alanda kalmıştı.
(...)"


Sonra ne mi oldu?

Cem Çakmak ailesini toparladı, daireden çıkardı. O sırada eşi nöbette olduğu için bebeğiyle yalnız depreme yakalanan üsteğmen eşini de aldı, apartmandan dışarıya çıkardı.

Dışarıya çıktığında gördüğü manzara korkunçtu.

O'nun için her daim önce vatandı.
Belki de taparcasına sevdiği ailesinden bile önce...

Ailesini hemen evin önünde bıraktı. "Benim gitmem lazım" diyerek.

Saat 03:30 civarı.

Donanma'da devir teslim yeni olmuş, Gemi komutanı izinde. Kendisi Binbaşı ve ikinci komutan.

Gemi de tersanede havuzda. Gemi'yi  denize indirmek için yeterli mürettebat yok. Bir avuç subay.

Fakat insanlar an itibariyle depremzede, mağdur.

Ki zaten Cem Çakmak'ı Cem Çakmak yapan, kriz anlarındaki cesareti ve akılcılıktan asla kopmadan sorumluluk alabilmesi. 

2-3 görüşme. "Yapamazsın çok riskli" yanıtını alması.

"Ben yaparım" yanıtını vermesi.

Çünkü yapılması gerektiğini, insanların durumunu görmesi, bilmesi.

Tersaneye gitmesi, gemiyi TÜPRAŞ açıklarında denize indirmesi, sonrasında da Yalova açıklarındaki diğer gemilerin yanına götürmesi.

Bir çok insanın bu gemi sayesinde barınacak yer bulması, karnının doyması.

...

***

Sonrasında eşi Sevgi ablaya sordum, ne zaman geri yanınıza geldi diye, yanıtı inanılır gibi değildi:

"4 gün sonra!"

Cem Çakmak onları bırakıp gidince, onlar da başka bir gemiye binmişler. Geminin komutanı da telsizden Cem Çakmak'a durumu bildirmiş. 4 gün boyunca aralarındaki tek iletişim bu.

***

Peki ya şimdi?

Depremin üzerinden 16 yıl geçti.

O depremde halka kol-kanat geren Donanma, halka kol-kanat gerdiği Gölcük'te kumpasa uğradı.

Genelkurmay bile onlara sahip çıkmadı.

Cem Çakmak tutsak bulunduğu zindanda kanser oldu, sırf "fırsatçılık" sayarlar diye uzun süre hastaneye gitmeyi bile kabul etmedi. Yaklaşık 1,5 yıl direndi. Son günlerinde ateşi yükseldiği için bir çok kıyafetini çıkarması gerektiğinde dahi çıkarmadığı şey ise cevşeniydi.

O depremde o gemiyi denize indirirken Cem Çakmak, ve arkadaşları.

Bunlar birileri onları "dinsiz" ilan ederken oluyordu. Bilen bilirken gerçekleri, bazıları sorabiliyorlardı utanmadan, hala: "7.4 yetmedi mi?"

O subaylar kumpası gördüler ama kaçmadılar.

Sonrasında o subaylara ölüm döşeğinde "kaçma şüphesi var" diye tahliye kararı vermeyenler, bir zamanlar onlara tahsis edilen araçlarından indi, yurtdışına kaçtı.

"Davaların savcısıyım" diyene sorsan, kandırıldı.

Bu arada konu dışı hatırlatma: Deprem vergilerine ne olduğuna dair yetkili birimlerden somut bir yanıt yok. Olası bir deprem durumunda çadırların kurulması için boş bırakılması gereken alanlarsa yandaşa parselli, TOKİ ilaveli.

***

Kıvırmaya gerek yok, dürüst olmalıyız ki geriye kalan sadece acı,
vicdanı olana yer yer pişmanlık.

Bazen cümleler de boğumlanır kağıdın boğazında.

Silerken nemlenen cümleleri çaktırmadan, Amiral'i Amiral'in sözleri ile anmalı, çıktığı en uzun seferinde:

"Belki bir yerlere gelemezsin
ömrünce dinlediğin vicdanının sesiyle.
Belki de çile çekersin,
yaşadığın için mertçe ve dürüstçe.
Lakin rahat uyu yattığın yerde.
Hoş bir seda kalır senden,
hakkında konuşulan her kubbede."



Çağdaş BAYRAKTAR
18 Ağustos 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder