28 Mart 2015 Cumartesi

Cumhuriyet Gazetesi, İşgal ve Aydın - Çağdaş Bayraktar

Cumhuriyet Gazetesi, İşgal ve Aydın.

28 Mart 2015 tarihinde "Dün Gerici, Bugün Liberal İhanetin "Cumhuriyet"i" başlıklı bir yazı yazmıştım. [1]

Fakat hem o yazıda bazı noktaların yanlış anlaşılmaması, hem de bugünkü gelişmeler ile ilgili gelinen noktanın hassasiyeti üzerine ek yapmakta fayda var.

Yazılan yazıların vermek istediği ana mesaj şudur:

Türkiye Cumhuriyeti, Cumhuriyet Halk Partisi ve Cumhuriyet gazetesine karşı girişilen operasyon, aynı kaynaklardan, aynı amaçla, aynı zamanda başlamıştır.

Bunun başlangıç tarihi 11 Kasım 1938'dir.

Fakat bu tarih, "Atatürk öldükten hemen sonra başladı" mesajı vermek adına soyut bir vurgu değildir.

11 Kasım 1938, kabinede yapılan, Tevfik Rüştü Aras ve Şükrü Kaya'nın dışarıda bırakan, Şükrü Saraçoğlu ve Refik Saydam'ı içine alan değişikliğin tarihidir.

Ve Kemalist Devrim'in kolonlarından olan bu 3 kurumun içinde -çekişmelerin etkisiyle- başlayan yönetim kadrolarındaki bozulma, tam da emperyalizmin aradığı fırsattır. Emperyalizm de bu durumlarda etki ajanlarını devreye sokmakta gecikmez.

1938 sonrasında Türkiye Cumhuriyeti ve CHP'de nasıl 27 Mayıs süreci ve Bülent Ecevit'in öncülüğündeki kısa dönemlerde bir şeyler düzelir gibi olduysa, aynı şekilde Cumhuriyet gazetesinde de İlhan Selçuk, Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu gibi kişilerin varlığı, Cumhuriyet gazetesinin "altın yıllar" yaşamasına sebep olmuş, fakat bu 3 kişinin hayata gözlerini yummasıyla "dönüşüm" kaldığı yerden devam etmiştir.


Kemalist devrim dinamiktir. Bulunduğu şartlar neyi gerektiriyorsa o şartlar içinde çözüm üretir. Yeri geldiğinde sonuna kadar savaşır, yeri geldiğinde bunun gereksiz enerji sarf ettireceği noktada yıkar, yeniden yapar.

Cumhuriyet gazetesine yine dönecek olursak; gazetenin yaşadığı sıkıntıların başlıca sebebi "aydın sorunu"dur. Aydın, yazdıklarıyla bir ruh yaratır. Sonrasında şehirleri gezerek, konferanslara giderek, insanlara "dokunarak", sarılarak, göz göze gelerek "bağ" biriktirir. Yazılanları okuyan kişi, yazanın sesini hisseder, gözlerindeki umudu hisseder, ortak yaşama isteğini hisseder, önemsendiğini hisseder. Aydına bağlanır.
Bu hisler, aydının yarattığı ruha beden olur. Aydının gücü budur. Kaynağı budur.

Fakat toplumdan uzaklaşan, hele de tepeden bakan aydın, güçsüzleşir, umutsuzlaşır.  Çünkü kendi besin deposunu kesmeye başlamıştır.

Bu durumda ürettikleri ile hedef olan aydın, arkasındaki yığını örgütlü kitleye dönüştüremediği için yalnız kalır. Çabuk harcanır.

Bugün Cumhuriyet gazetesinin maruz kaldığı saldırılara karşı bu kadar dirençsiz kalmasının başlıca sebebi budur.

O aydınların hesaba katmadığı bir nokta da şudur. Halka dokunmadığı, halkta "bağ" biriktiremeyen aydınlar, bulundukları yerde ancak bireysel mücadele edebilirler. O yüzden de karar verme mekanizmasından çabuk soyutlanırlar. Sonrasında orada "mücadele vermek" sandıkları şey, bulundukları yeri işgal eden kuvvetlere maske olmaktan, işgalin kitledeki inandırıcılığını zayıflatıp, işgalcilerin amaçlarını kolaylaştırmaktan başka bir anlam ifade etmez.

Aynı durum CHP'deki bazı vekiller için de geçerlidir. Seçmen tarafından en çok sevilen vekillerin maruz kaldıkları haksızlıklar sırasında yalnız kalmaları, tam olarak da bundandır.

Sistemin desteklediği ve toplumda karşılığı olmayan insanlar, ancak arkasındaki okurlarıyla"bağ"lanmış aydınlara yenilirler. İki tarafında izdüşümsüz kaldığı noktada aydınlar için yenilgi kaçınılmazdır. 

Ve bu yenilginin faturası, en çok yine bağ kurulamayan ya da bağ kurulma gereği duymayan topluma kesilir.

Emperyalizm açgözlüdür. Bizlerin durduğu noktada nezaket gösterip de beklemez. Daha da acele eder, yangından mal kaçırır gibi. Çünkü içlerinde yüzyıllık "ya halk yeniden uyanırsa" korkusu vardır. 

Dün Can Dündar ve Ahmet Şık gibi üniformasız işgal subaylarını yazarken, bugün Nuray Mert ve Ahmet İnsel gibi kadrolu Atatürk düşmanlarının gazetede yazmaya başlayacağı duyuruldu.

***

Cumhuriyet gazetesi kaybedilebilir.
Cumhuriyet gazetesinin kapanması da gerekebilir.

Fakat ağır olan, bunun savaşılmadan, bedel ödenmeden yapılıyor olmasıdır.

Kurum ve kuruluşlarımızda "rahat" edemediğimiz, ettirilemediğimiz yerde en azından istirahat edememelidir birileri.

En azından isim babası Ulu Önder'in, Uğur Mumcu'nun, Ahmet Taner Kışlalı'nın, İlhan Selçuk'un hatrına.

Gazetenin okurları, şartların değişmediği takdirde kendi işgalcilerini besleyen kanalları tıkamalıdır, kesilmelidir düşman kalemler ile Anadolu'nun maddi manevi bağları, yaklaşık 100 yıl önce telgraf bağlarının olduğu gibi.

Şayet Kemalistlerin "izleme odasına" dönüşmeye devam ederse ülke, bakın şöyle kişiler yazmaya başlıyor, bunlarla da kalmayacak daha:

Nuray Mert: 

"PKK bir terör örgütü değil, bunu böyle düşündüğümüz sürece bu iş çözülmeyecektir. Bunu iktidarın da böyle düşünmesi lazımdır. Devletler kendilerine baş kaldıranları 'terör' diye tanımlar. Ama bu tanımlamanın kimseye hayrı yoktur."[2]

"Evet, belli ki kandırıldık, ama iyi ki kandık! Kemalistler gibi darbeciliğe akıl yatırmayı, otoriterliğe savrulmayı reddettik." [3] (Yetmez ama evet eleştirisi için)

"Cumhuriyet, çoğunluğu Mason locasıyla ilişkisi olan Selanikli bir grup insan tarafından kuruldu. Atatürk de Selanikli yahudi asıllı bir dönmeydi." [4]

Ahmet İnsel:







"İslam peygamberi hakkında yapılan çirkin karikatürlere karşı ölüm fetvaları veren Müslümanların tavrıyla, Atatürk düşünce sisteminin kutsallarına düşün dünyalarını teslim edenler arasında, nitel bir fark kalmamış demektir. Biri ölüm cezası veriyor diğeri daha medeni cezalar öngörüyor ama ikisi de dogmatik ve totaliter bir zihin dünyasında buluşuyor. " [5]

"Mustafa Kemal bir tiran değildi, Tayyip Erdoğan da değil. Mustafa Kemal demokrat değildi, Tayyip Erdoğan da değil! İkisinin farklı biçimlerde diktatör olduğunu söyleyebiliriz." [6]



(Aynı Ahmet İnsel'in, Türkiye Toplumunun Bunalımı adlı çalışmasında kendisini sosyalist olarak tanımlayıp, aynı zamanda da anti-Kemalist olarak olduğunu vurguladığını da hatırlatmakta fayda var. Tabi bu tarz bir "sosyalizm - anti-Kemalizm" duruşununun, "ayakları bu topraklara basan"dan ziyade "maaşları çok uluslu sermayeler tarafından yatırılan" bir tercihin ifadesi olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok sanırım. )



***

Sustukça daralıyor bizim için çember, genişliyor cehennem.
Madem ateş sarıyor etrafımızı, ne duruyorsunuz;
YAKIN ARTIK GEMİLERİ!



Çağdaş BAYRAKTAR
29 Mart 2015  



Dipçe

[1] http://bayraktarcagdas.blogspot.com.tr/2015/03/dun-gerici-bugun-liberal-ihanetin.html
[2] http://hurbakis.net/content/nuray-mert-pkk-bir-teror-orgutu-degil
[3] http://www.diken.com.tr/evet-kandirildik-ama-iyi-ki-kandik/
[4] http://german.rizgari.com/modules.php?name=News&file=print&sid=36247
[5] http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7675
[6] http://www.birikimdergisi.com/guncel/tayyip-erdogan-diktator-mudur

1 yorum:

  1. Ziya ul Hak ve Noam Chomsky Türkiye’ye ilk geldiklerinde Muhammed Ali Clay gibi karşılanmışlardı. Ziya’nın açtığı yolda bugün Abdelfettah el-Sisi yürümektedir. Chomsky ise NATO'nun Türkiye’ye askerî müdahalede bulunması gereği üzerine F. Gülen ile hemfikirdir. Şu iki saptamayı CUMHURiYET gazetesi aslâ yapmaz.

    YanıtlaSil